24 Mayıs 2008 Cumartesi

ÇÖLDE GİZLİ BEZGİNLER /CAHİT ZARİFOĞLU

bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yagmur sıcağı gibi
öptüm sonsuz gidişinden. saçlarının seyriyle seni

yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
akreplerdir duygunun. karanlık ordulara güneşsiz sokulan

bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek
şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek

sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında
bahar şenlikleriyle. sürdüren ellerini yngın borularında

şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından
burda biter düğün. gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından

gemilerimiz saklanır.ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların
saplandık tadına.durduk alnında yüreğe vuruşların

yollar sellere gider. açılır parklar artık kuşlar dağılır
bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağirmak hiç keseye mi kalır

çizildi yalnızlar. senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde
geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. kürek sesleriyle

koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından

oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar
uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular

bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından
su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan

biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık
sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık

sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle.Yalnızlıkla ben kaldım
sevindiniz işte alın kurtulun. Aha size son atım


kaynak: www.zarifce.com

OTAHI /CAHİT ZARİFOĞLU

Yolcuya bekliyerek koşan kadın
en uzakta kalan adaya
kumsaldan başlayan yorgun ağaca
ve şehre alışan yola
otahının beklediği mantar
sarı kırdan sonra
parmaklarıyla sarı çimenden sonra
mor gök gelir güzeldir
bir tek göğsünü
göğsünün tekini ışıtır
ve pembe dağlara
aydınlık göğsü
ve uzağa çağrlan bakışlarıyla
omuzumuzu önden aşar saçları
ve kendine yeten telaşsız saçlarının
dirsekleri yanında yere değen uçları
eli yuvarlak şakağında
bileğinde yumuşak nabzı
ayak altları
doğuverdi ve otahı olduğu evine
tam bir geçmişe
yaslandığı ağaçlara
baka durduğu ağaçlara
dizi dirseği
görülmeyen alnı
ve toprağı dokuyan karnıyla
ve karnıyla beklediği için toprağı
otahı bir adanın ismiyle kadın
manş daha yakın değil
mantar sarı kırdan sonra
otağı martin de bilmiyor
kemikli bir mum heykel gibi
telaşa durmuş duygularıyla
bir şeye bakarken
ya da bakracını
denizden doldururken
kapılarına su döker toprağı yıkarken
yaslanırken vakit geçsin diye bir ağaca
unutur ekmek yaptığını hamurdan bir yolcu açar
otahının beklediği katar
sarı kırdan
uzun sulardan sonra

KAYNAK:www.zarifce.com

ÇOCUĞAN /Cahit ZARİFOĞLU

bu bir geç kalıştır.
akşam duruşlarında
alna vuran ürpertinin
direklere benzeyen düzenli
gizlenik adamında bir kadın
bir geç kalıştır
taş kapıdan ürkek bir güvercin
aşağı sokaklara uçuşan saçlarıyla
ilk akşam vuruşuna kadar
ardında gizlenir bütün seslerin
bu koşu büyür elbet
geçmiş bilinen çehreler sırasından
açıkça saçları belirir
bir gözleri bakar
dudakları gizlenir ağzına
burada yoğun bir savaştan
inmek gerekiyor
Taşlarla koşuyu
en yakın sonuna
örtmeli
güçleri buğudan atları
kırbaçlarla
kavga gider yol uzayınca
bitirir şarkıyı şapkayla
şaraba sabahsız
uzanan ellere
bir keklik dimdik bakınır
bir kazanca dokunur aklıyla
Dünya
sırtına çevrilmiş hamalın
yorgun kalkışı
şehrin torbalanmış sıcağına
kalabalık bir şaldasın
arkandan bir şovalye gelir
üzgün ve eski
zincirlere benzeyen yanlışlarıyla
tutarsa kolunu özgürlüğüne tutar
sen savrulup gülmektesin
dağı anlarım durur kızmadıkça
dağılır buzlar yolları kesilince
akla dümdüz
demir atıp ancak durulan
sedirsiz taş kapıda
sevecen gezdirir ellerini
sürdürür çocuğan çağında
sürmeli
açar ordularını sevgilimdir
kurar çadırını bir tiyatro kahvesine
altıncı kata bir denize yükselir
anlatır haftalarca
telefonda susta duran
kapıda bir saat vuruşunun önünde
silahsız duran serçeyi
sen
bir şehir açsında çevrilensin
bu koşan eski ve solgun
Aşkın
ikinci serpilişin bir yüreğe
tuzaktır adını bildirmek
ama bir şarkıda geçer adımız
sahipsiz vuruşuyla ispanyolun biri
bir balıkla yan yana sorulur
barıştıramazsa bizi
denizler adına ne duymuşsa
hepsini çizdirir ve üzgün
bir kalkışla çıkar karşımıza

kaynak: www.zarifce.com

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Hans Magnus Enzensberger

“şikâyet edemeyiz.
işimizden atmıyorlar bizi.
aç kaldığımız yok.
karnımız doyuyor.
otlar büyüyor,
büyüyor milli gelir,
tırnak uzuyor,
uzuyor tarih.
sokaklar boş.
sağlamca sonuçlandı pazarlık.
canavar düdükleri ötmüyor
n’olsa geçer hepsi.
ölüler vasiyetlerini yaptı.
yağmur seyreldi artık.
daha ilan edilmedi savaş.
acelesi de yok zaten.
otları yiyoruz.
milli geliri.
tırnak yiyoruz.
yiyoruz tarihi.
saklı gizli bir şeyimiz yok.
söyleyecek bir şeyimiz yok.
bir şeyimiz.
saatler kuruldu.
faturalar ödendi.
hepimiz yıkandık.
son otobüs geçiyor.
boş.
şikâyet edemeyiz.
ne bekliyoruz peki?”

kaynak: www.ismetozel.org

İTAKİ/Konstantin Kavafis

İTAKİ /Konstantin Kavafis
Çeviren: İsmet Özel

İtaki’ye doğru yola çıktığın zaman
yolunu uzatmaya bak
serüvenler, bilgilerle uzasın yolun.
Lestrigonlar’dan ve Kikloplar’dan
Azgın Poseidon’dan korkma.
Bunları görmiyeceksin zaten, düşüncen
soylu ise ve seçkin bir duygu
dolmuşsa ruhuna ve gövdene.
Lestrigonlar, Kikloplar
ve azgın Poseidon, çıkamayacak karşına
onları ruhunda taşımıyorsan
ruhun onları çağırmayacaksa.

Yolun uzasın
Nice yaz şafaklarıyla beraber
ilk gördüğün limanlara
-coşkuyla, sevinçle- varmak için;
durup Fenike çarşılarından
has mallar almak için
sedefi ve mercanı, abanoz ve kehribarı
ve her yana gönlünce saçabileceğin
başdöndürücü kokuları;
sonra Mısır kentlerini görmek için
bilgelerden bilgiler dermek için
yolunu uzatmaya bak.

İtaki hep aklında olsun
Amacın orasıdır ve oraya gidiyorsun.
Ama gerek yok ayağını çabuk tutmana,
Yıllarca sürmelidir bu gezi,
öyle ki yaşlanıp o adaya vardığında,
yolda kazandıklarınla zaten zengin,
İtaki’den zenginlik beklemeyesin.
İtaki eşsiz bir gezi sağladı sana,
O olmasa yola çıkmayacaktın
onun vereceği bir şeyi yoktu başka.

Ve şimdi sen onu yoksul buluyorsan, İtaki aldatmış değildir seni.
Artık sen bir bilgesin, bunca deneyden geçtin
İtakiler ne demektir artık bilirsin.

Halkın Dostları/ Sayı: 4 / Haziran, 1970

kaynak: www.ismetozel.org

İNSANIN UNUTMAYI SEÇTİĞİ/T.S. Eliot

Çeviren: İsmet Özel
Tanrılardan pek anlamam: ama sanırım ırmak
Güçlü boz bir tanrıdır-somurtkan, elegeçmez ve serkeş,
Bir yere kadar sabırlı, sınırdır diye bilindi önceleri;
Yararlıydı bir ticaret yolu olarak, güven vermezdi;
Sonra köprü mimarları önündeki mes'ele oldu yalnız.
Bir kez çözüldü mü mes'ele, unuttular boz tanrıyı
Kentlerde oturanlar- o yine de aman vermez kaldı, daima,
Terketmedi kendi mevsimlerini, taşkınlığını, yıkıcı,
İnsanların unutmayı seçtiğinin hatırlatıcısı. Makinaya
Tapanların gönlünden, gözünden düşmüş, ama bekliyor,
Gözetliyor ve bekliyor.

T.S. Eliot
(The Dry Salvages'den)


kaynak: www.ismetozel.org

29 Nisan 2008 Salı

YENİLGİ GÜNLÜĞÜ/TURGUT UYAR

pazartesi

benim adımı bağışla
. . . . . . . . .

"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
coşkun bir göke uyumsuz ama kararlı
durmaya, direnmeye, aşk olmaya sanki
elleri ve beyni hemen çalışkan kesildi
sonra bir den bir ışık bir ışık bir ışık

hazır bir biçimlenmeyi aldı geldi
çünkü -anlar gibiydim- biraz yenildi
hemen bir coşkuya gidiverir alışkanlığı
oturur tıraş olur, ekmek kızartıp yer
kolunda sonsuz bir güç, elinde hüner
olağan sanıverir doyumsuz karanlığı
inanırım böyle başlar bütün pazartesiler

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker

ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi

beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek.."

karanlık!
aldım kocaman yaprakları yatağıma getirdim
bir çeşit zina gibi yaratılışla
ki ben kocaman balıklar tuttum, sonra bıraktım
akşamlara işi bıraktığım sorumsuzluk adına

benim adımı bağışla,
beni iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi.

kendimi bir yılların içine kapadım
kendimi koyverdim bir sulara
çok öldüm çok dirildim anlamadım
kendimi kendi akrostişime adadım
kendimi gerekçesiz oralara buralara

karanlığı düşündüm, kimler yapardı onu
karanlık bir simge değildir, bir yaşama
durmadan bağırırım ona, bağırırım
ölümü ve gömülmeyi ayırt etmem ama.
aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama

seni en sona sakladım alçakgönüllü ışık
hızını hiç kesmeden avadanlıklarımı bileyen
geliyorum. bana hazırlanan her şeye hazırım
ki bu hazırlığına katıldığım suların en güzelcesi

. . . . . . .

çaldım kapıyı açtılar. oadama
kravatımı çıkardım
gökleri yadırgamadım
güleryüzlü ama yeni
çünkü ortada ben vardım.


salı

birden karışmış gördüm. -karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste

güdümlü bir sağnak saat beşleri beklerdi
yaz kış herkesin elleri suda
dizlerime tutunup kalktım.
bir ses değişmesinin en güzeli vardı göklerde
dizlerime tutunup dizlerime
attım pazartesi alışkanlığını.
bir vurgunum, ve aşkı
yeni yeni tanınıyordu suların göke
birden karışmış olduğunu gördüm, bildim
kadınla erkeğin, emekle evrak çantasının
bir yarı karanlıkta


. . . . . . .

vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.



çarşamba

aslında buydu beni geliştiren
lut gölünün ve karanlık mevsimlerin karşısında
ordan uzayıp geldikçe kararan resimlerin karşısında
her gün seslendiğimiz isimlerin karşısında
(sinek kovalayan bir berber çırağı gibi
bütün işi sinek kovalamak olan
ustasından sinen ve sinek kovalayan.)
birden perdeleri açan bir sevgisizlik
şaşılacak bir balık iriliğinde
bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer
akşamları ve sabahları birtakım ilişkilere değiştiren
yani birbaşına kalmanın mutsuzluğunu.

istesem ne olur kurtulmayı
-serin değil ki bildiğim sokaklar, sinekli-
renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden
uzayıp gelen resimlerin karanlığından
ve rumeli beylerbeyinden
ve taksitle satışlardan
kurtulmak.
kurtulmak!
bir sonsuz kelime
bilmediğim bir eski zaman diliminden
bir güzel aşk ölümü belki

hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi
bir menekşeyi
o zaman başından sezdik yenilgiyi

o zaman şehre çıktım bir elimde fırça
bir elimde sineklik
öbüründe bir sinema bileti
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.

aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!..
aşksızlık büyütür beni
yeni bir aşka doğru ve
öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer
insanın sebepli umutsuzluğu

. . . . . . .

üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.


perşembe

uygundur uçakların uçtuğu bugün
sonsuz bir karmaşanın üstünden
iplere asılı çocuk bezlerinin
iplere asılı kadın külotlarının
işçi tulumlarının
üstünden
cılız çocuklara havalardan öğütler atarak
ve 60 bin ile 70 bin arasında bir sayıda
ölümler atarak
uygundur
yersiz bir hamaratlık, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
uygundur uçakların uçtuğu.
uçsunlar.

çaresizlik deği yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
ben masamı topladım, saatimi kurdum
(tanrım, saatim olmasaydı ne olurdum?)
biraz sevinç ve alacalık
karşıya geçmek için tam 39 yıl bekledim
arabalar, otobüsler, bisikletler, beygirler
soluk soluğa geçiyorlardı
geçsinler
(domatesler yaşlandı elimde)

o zaman sanılır ki bir olumsuzluk akşamını seçtik
biraz kolay sanılan biraz alımlı, biraz parlayan
baktıkça içinde şişelerin ve kırgınlıkların kımıldadığı
kışlaların ve karakolların kımıldadığı.
polisin bandosunu alkışladık caddelerde
çiçek falan satın aldık
durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler

öyle sanıyorum her şey biter
bir doğurgan hücre ve
bir yanlışlık daima kalır.

yer, kuru toprak. sonra yeşerdik
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel birtakım şeyler
ama artık vakit akşamdı.
uygundur uçakların uçtuğu artık
uçsunlar.

. . . . . . .

geldim. oturmadım. çiçekleri suladım
bir onlar kalsın dedim akşamı beğendim
-bir günlük yanılmayla evi buldum-
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
berberlere ve matematikçilere
uçak homurtularıyla
oturmadım...

sabahı bekledim. cumayı.


cuma

ne söylenebilir! tam çağıydı. olağandık.
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık.

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık.
odalarda çok geniş alanlarda dardık
hiçbir şeye yeterince inanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık.

ne söylenebilir! tam çağıydı. belli aldandık.
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık.
bir uykudan doyarak uyanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık.

ben sokakları severim. deniz boyunda
her şey bir eskidir. ellerim acır onları taşımaktan
ben sözümona sokakları severim deniz boyunda
oysa ensem ve şakaklarım döküldü kaşımaktan
bir genelgeyim, gündüzüm ve gecem bir
bir anı bile değilim eski olmaktan.

gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım. geniş kıyılara dadandım.
aşk diye geceleri çözümledim. aldandım.
hep tozları silkeledim üstümden. hep
bir pantolon için dört kere şehre indim
bayramlara hazırlandım. sadece hazırlandım.

ne söylenebilir! tam çağıydı. oyalandık
suyun, ateşin, havanın toprağın çalışkanlığına daldık.
bir acıya kahramanca katlanılmadan. toplandılar
orada biz de vardık
ve uzun uzadıya orada kaldık.


cumartesi

yarın pazar
yarınki pazarın sessizliği...


pazartesi

kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten artakalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damarının

(bir alıntı)
"bir adamı söylerdi
bir kitaba konuydu
hep böyle kalmasaydı
hep böyle ne olurdu"

karşımda bir harita, kahverengi ve mavi
neresi başkasının neresi benimki
(özel)
artık buldum herkesin çılgınca sezdiği
kıyısında dolaştığı yüksek çin duvarını
artık herkesin belli belirsiz bezdiği
artık kendim ısıtıyorum sularımı.

karartılmış, yerlere vurulmuş yenilgi, seni
yeni bir tanrı sayan soydandı o. seni,
betondan ve çelikten
pazartesi günleri bir mutlu gebelikten
akşama sabaha uygulayan, seni
seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarına, otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının.
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı,
sıkıntısına. seni.
o, bir yanılma sanıldı, sabaha bırakıldı
(sabaha kaldım)
bir çerçeveyi ansıyordu, baktıkça kımıldamayan..

"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça..."

20 Ocak 2008 Pazar

YAVAŞÇA OLUYOR ELLERİME/Turgut UYAR

Susuz bir aklık başlayınca aramızdan
yavaşça oluyor ellerime bulaşması,
bir eksiyle yüklü minüskül H harfinden
bir meydan çarpmasından,
beni hatırlamakların

Bunlar bizim kızlarımızdır
Kara güller önlerinde kara
saçları çılgınca ikiye ayrılmış,
- hiçbir şey eski açıklığında değil ki -
yavaşça oluyor ellerime bulaşması,
bir ot sesinden bir at akşamından,
tam şehir içinde, otobüs durağında,
birden ulaşılmaz gençlikleri herşeyin..

Yapmayın.. Nasıl inanırım eşitliğine! .
Heryerde gençtir o Büyük Su.
Kıyıdadır,
boyalı sandallar ve sabah çocuğu kıyısındadır
Kırları ve ormanı geçince hemen,
şehir bitince yani çok kolay
yani lokantalar bitince sayın örtüleriyle,
kuzuların danaların kıyma yapıldığı kasaplardan sonra
elmalardan karpuzlardan biraz ötede
yani uzakta..
- hiçbir şey artık eski açıklığında değil ki -
yani kiliseden bozma camilerde
yani askeriye deposu yapılmış,
yani burda, orta yerde, ışıkta ve parada
zaman zaman gökyüzü gecesi aralığında.
.....
Bir denizin yanında nedir ki bıyıklı ve saçları dökülmüş bir adam,
kötü bir alışkanlıktan başka nedir bir adam...

ÇOKLUK SENİNDİR / Turgut UYAR

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir

12 Ocak 2008 Cumartesi

BİLİRİM GÜCÜNÜ SÖZCÜKLERİN/Vladimir MAYAKOVSKI

Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.

Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.

Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
İnsandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.


Çeviren : Sait MADEN

kaynak: www.siirgen.org

SANTÉ HAPİSHANESİ’NDE/Guillaume APOLLINAIRE

I

Soyunmam gerekti çırılçıplak
Hücreme girmeden önce
Ve hangi ses ötüyor Guillaume
Sana ne oldu diye

Mezardan çıkacağı yerde
İçine giriyor Lazar
Elveda elveda şarkılı türkülü oyun
Ey benim yıllarım ey genç kızlar

II
Hayır hissetmiyorum kendimi artık
Bu yerde
Hem ben on beş numarayım
On birincide

Camlardan camların içinden
Güneş süzülüyor
Işınları benim kafiyelerimde
Maskaralık ediyor

Ve dans ediyorlar kağıt üzerinde
Dinliyorum işte
İçlerinden birini tavana vuran
Ayağı ile

III
Her sabah yürüyüşe çıkıyorum
Kapana düşmüş bir ayı gibi
Dönüyor dönüyor hep dönüyoruz
Gökyüzü bir zincir kadar mavi
Her sabah yürüyüşe çıkıyorum
Kapana düşmüş bir ayı gibi

Çeşmeyi de açmışlar işte
Bitişikteki hücrede
Gardiyan bir gitsin bir gelsin
Şıngırdayan anahtarları ile
Çeşmeyi de açmışlar işte
Bitişikteki hücrede

IV
Nasıl da sıkılıyorum bu çıplak ve rengi atmış
Duvarların arasında
Kağıt üzerinde küçücük adımlarıyla bir sinek dolaşıyor
Eğri büğrü satırlarımda

N’olacak benim halim ey acımı bile Tanrı
O acıyı veren sensin bana
Pınarları kurumuş gözüme şu solgun halime acı
Yere çakılmış sandalyemin gıcırtısına

Ve hapishanede çarpan bütün zavallı yüreklere
Bana eşlik eden aşka
Şu kaçıp giden aklıma acı daha çok
Ve onu saran umutsuzluğa

V
Saatler ağır ağır geçsin
Geçişi gibi bir cenazenin

Özleyeceksin ağladığın saati
Çok çabuk geçtiği için
Geçişi gibi tüm saatlerin

VI
Kentin gürültüsünü dinliyorum
Ve ufku olmayan bir hükümlü gibi
Sadece düşman bir gökyüzü görüyorum
Bir de çıplak duvarları hücremdeki

Gün bitmek üzere işte
Bir lamba yandı hapishanede
Ey sevgili akıl güzelaydınlık
Bak yapayalnızız hücremde

Eylül 1911



Guillaume APOLLINAIRE

Çeviri: Gertrude DURUSOY - Ahmet NECDET

KAYNAK:www.siirgen.org

KAPLAN/ William BLAKE

Kaplan! Kaplan! yanmakta ışıl ışıl
Karanlığın ormanlarında:
Hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
Yaratabilirdi senin heybetli simetrini?

Hangi uzak yarlarda ya da hangi uzak göklerde
Kurban edildi gözlerindeki ateş?
Hangi kanatlar erişebilir ona?
Hangi el kavrayabilir ateşi?

Ve hangi güç ve hangi beceri
Bükebilirdi kaslarını yüreğinin?
Ve, yüreğin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el ve hangi dehşetli ayaklar?

Neydi çekiç? ya zincir neydi?
Nasıl bir azaphanedeydi beynin?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkularını kavrayabilir?

Yıldızlar savurunca aşağıya mızraklarını,
Ve sulayınca cenneti gözyaşlarıyla,
Güldü mü O yaptığını görünce?
Kuzu' yu yaratan mı yarattı seni de?

Kaplan! Kaplan! yanmakta ışıl ışıl
Karanlığın ormanlarında,
Hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
Yaratabilir senin heybetli simetrini?

William BLAKE

Çeviri: T. Asi BALKAR

KAYNAK:www.siirgen.org

ÖLÜ ÇOCUĞA GAZEL

Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada'da.
Her akşamüzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.

Yosundan kanatları var ölülerin.
Bulutlu yel ve duru yel yan yana
süzülen iki sülündür kuleler üstünde,
gündüzse yaralı bir oğlan.

Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi
şarap mağarasında rastlayınca ben sana,
tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde
sen ırmakta boğulup gittiğin zaman.

Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini
bir su devi yıkılınca dağlara.
Gövden, ellerimin mor gölgesinde,
bir soğuk meleğiyle, kıyıda cansız yatan.


Federico Garcia LORCA

Çeviri: Sait MADEN

KAYNAK:www.siirgen.org

1 Ocak 2008 Salı

YOKUŞ YOL'A /Turgut UYAR

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar

KAYNAK: www.epigraf.com